2010 yılı sonlarıydı Orhun bir gece bir iş toplantısından beni arayıp şakayla karışık '' Ankara' dan iş teklifi aldım, gidelim mi, ne dersin? '' diye sorunca işin buralara geleceğini tahmin bile edemezdim. Ona nasıl isterse öyle karar verebileceğini söylemiştim. Zaten ciddi ciddi teklifin gelmesi de kısa bir süre sonrasında oldu. İş elbette şaka değil de ciddi olunca oturup uzun uzun düşündük. Tam o dönemler Tuğra ile ilgili koşturmacalarımdan o kadar bunalmış, o kadar kendimi yapayalnız hissediyordum ki bir gün Allaha ellerimi açıp şöyle yalvardığımı hatırlıyorum '' Allahım kimsenin olmadığı, tek başımıza kalacağımız, kendimizi bulacağımız bir yere gidelim… '' Zaten Ankara da bu yakarmanın kısa süre sonrasında belli oldu. Orhun işi istiyordu ama benim kararımı da önemsiyordu, istemezsem gitmeyebileceğimizi söylüyordu. Benim gibi hayatı boyunca Ankara' yı hiç görmemiş biri için zor karardı. O yüzden tamamen Orhun' un istediği gibi davranacaktım. Ben zaten Tuğra' dan sonra kendimi tamamen unutmuş olduğumdan onun önüne çıkan bu fırsata köstek olmak istemedim. Eğer o istiyorsa onunla her yere gideceğimi söyledim. Sadece süreç boyunca, kesinleşmeden kimselere söylememe kararı aldık. Orhun' un çok istediği bu işi duygusal sebeplerle ve ailelerimizin tepkileri ile reddetmesini istemiyorduk çünkü. Ne zamanki olay netleşti, ailelerimize söyldik. Elbette tahmin ettiğimiz gibi oldu, hem kızdılar hem üzüldüler onlardan gizli bu süreci tamamlayıp kararımızı verdiğimiz için. Ancak Tuğra ile ilgili bugün geldiğimiz yolu o günden görselerdi eminim onlar da bizi kovalaya kovalaya gönderirlerdi Ankara' ya.
Ocak ayının başıydı Orhun' un yeni görevi için Ankara' ya yerleşmesi. Tuğra ve ben o eğitim yılını İstanbul' da tamamlamaya ve o sürede de Ankara' da yaşayacağımız yeri ve Tuğra için uygun okulu araştırma işlerini halletmeye karar verdik. Hem benim de doğup büyüdüğüm İstanbul' dan ayrılma fikrine zamanla alışmam için böylesi daha iyi olacaktı. Fakat babasından 6 ay ayrı yaşayan Tuğra için çok da kolay olmadı. Geceleri uykusundan uyanıp '' Babaaa babaaa '' diye bağırdıkça bu ayrı yaşama süreci de iyice zorlaşmaya başladı. Bizden ayrı kalmaya alışık olmasına rağmen ona da bana da bu ayrılık zor gelmişti. Hemen her haftasonu yanımıza geldi Orhun, biz de arada müsait olduğumuzda çıkıp Ankara' ya gidiyorduk. O dönem Orhun' un yaşadığı ev Oran' daydı ve inanılmaz soğuk bir kıştı. Açıkcası Ankara' dan ve soğugundan pek hoşlanmamıştım.
Ankara' ya geldiğimiz 2011 yazından
Sevgili Serpil öğretmen ve Tuğra' nın sınıf arkadaşları
İstanbul' da taşınma hazırlıkları ve Ankara' da Tuğra' ya okul arayışlarımız devam ederken Ponpon ' dan bir velinin referansı ile ( ki bu veli de bizim gibi Ankara' dan İstanbul' a yerleşen ve yine bizim gibi otizmli bir evlat sahibi ) Yeni Ufuklar Anaokulu' nun adını aldık. Daha öncesinde bir dolu okul ile görüşmüş ancak hiçbiri kesinlikle içimize sinmemişti. Açıkcası biraz endişe ile bir Pazar sabahı okulun müdürü Gonca Hanım ile görüşmeye gittik. Durumumuzu anlattık ve bu masal diyarı gibi okula Tuğra 'yı kaydettirdik. Hep söylüyorum Tuğra' nın Ankara' daki ilk şansı böylesi harika bir ortamın içinde bulmasıydı kendisini. Gerek Gonca Hanım, gerekse de okuldaki tüm çalışanlar Tuğra' yı hep sevdiler hep kolladılar. Öğretmenimiz Serpil Kır Hanım zaten dünya tatlısı bir insan. Bazı akşamlar Tuğra' yı okuldan almaya gittiğimde kucağından inmek istemez ve eve gelmek istemezdi, Serpil Hanımın hakkını ödemek mümkün değil. Aşırı sabırla ve özveriyle, diğer çocuklarla uyumunu sağlayarak tam bir eğitim yılı boyunca oğlumuza annelik etti diyebilirim. Yeni Ufuklar Anaokulunda unutamadığım bir anım var hatırladıkça hala gözlerim dolar. Sene sonu gösterileri için bir sürü hazırlıklar yapılmış, tiyatrolar oynadılar, şarkılar şiirler gösteriler derken bizimki baktık her şeyin içinde var. Çok fazla konuşmasa da o minik arkadaşlarının desteğiyle sahneye çıkıyor, görevini yapabildiğince yapıyor. Bir anne baba için daha gurur verici ne olabilir. Gösteri sonrası birkaç çocuğun velisi yanımıza gelip de bize teşekkür etmişti çocuklarının farklı arkadaşları da olup onlarla ilişki kurma imkanları olduğu için. Şimdi bakıyorum da okullarda özel çocuklara tahammül edemeyen velileri ve hatta öğretmenleri görünce ne büyük kıymetmiş bu güzel insanlarla aynı ortamda olmak. O yıl Yeni Ufuklar' dan ayrılmak bizim için çok güç oldu elbette. Fakat artık Tuğra için ilkokula da devam edeceği bir okul bulup ana sınıfına orada devam etmesi gerektiğini biliyorduk. Zorlu bir başka süreç daha bizi bekliyordu.
Yeni Ufuklar' ın referansı ile önce birkaç özel okul ile görüştük. Her ne hikmetse anaokuluna alacakları çocukları bile ayrı görüşmeye alıp okul için uygun olup olmadığını test eden para makinesi okullardı çoğu. Biz saklamadan, gizlemeden durumumuzu anlatırken onların derdi okulda diğer velilere ve öğretmenlere sorun yaratmayacak, tabir-i caizse ''koyun çocuklar'' ı seçip okullarına kabul etmekti. Zaten birkaç görüşmeden sonra bizim şevkimiz kırıldı ve artık üstüne bir de para verseler o okullara asla çocuğumu göndermeyeceğime karar verdim. Zaten mantık olarak İlkokul seviyesindeki çocukların özel okullara gitmesine hep karşıydım. Kendim özel okul mezunu olmama rağmen çocuğumun en azından ilkokul seviyesinde iken Devlet okuluna gitmesi taraftarıydım. Ancak durum hassas olunca, özel ilgi beklemek durumunda kalınca bazen o kriterleri kenara koyuyorsunuz. Fakat böylesine saygısızca ve sizi yok sayarcasına tavırlarla karşılaşınca özel okul konusu da bizim için kapanmış oldu.
Böylelikle Ümitköy' de evimizin çevresindeki devlet okullarını araştırıp şu anda devam etmekte olduğu Göktürk İlköğretim Okulunun anasınıfına kaydımızı yaptırdık. Bundan sonra bambaşka bir kapı açılmıştı önümüzde. Bir sonraki postta görüşmek üzere….