prematüre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
prematüre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2016 Çarşamba

Prematüre Bebek Sahibi Olmak / İlk Yıl Rutin Kontrolleri



Bu öylesine bir süreç ki yüreğiniz olsa paranız yetmiyor, paranız yetse yüreğiniz dayanmıyor. Hep tetikte, hep gözü açık ve her türlü aksiliğe hazırlılı olmak biraz da. Doğumu yaptığım hastanenin adını yazmamışım bu arada,  İstanbul Medipol Hastanesi.  Tuğra' nın yoğun bakım ve sonrasında Ankara' ya gelene kadarki zamanda tüm tedavisini yapan doktorumuz Kudret Kulak' tı  ( şu an bildiğim kadarıyla kendisi İstanbul Kızıltoprak Florence Nightingale Hastanesinde görev yapıyor ).  Kudret Bey için ne desem ne yazsam az kalır burada. Doktorluğunun ötesinde insanlığından dolayı Tuğra' nın hayattaki ilk şansıdır kendisi. Ölü olarak doğup da Kudret beyin ellerinde tekrar hayata tutunmuş bir evlat sonuçta, benim canıma benden sonra tekrar can veren insan. Aklıma her geldiğinde Allah onun da önüne hep iyi insanlar çıkarsın diye dualar ettiğim insan.  

Bize karşı hep açık ve net oldu Kudret bey; nelerle karşılaşabileceğimizi ve hangi adımlarla yola devam edeceğimizi hep o belirledi. Bir prematüre dünyaya tutunmak için ilk 1 yıl bir dolu tetkikler ve tedavilere maruz kalabiliyor. Çok ayrıntılı yazmaya ne zamanım yeter ne de burada okuyanların canını sıkmak isterim. Kısaca doğar doğmaz yapmamız gerekenler zaten belliydi. Prematüre aileleri çok iyi bilirler ki yeni doğan bebeğin en önemli kontrollerinden biridir retinopati muayenesi. İstanbul Retina Enstitüsü' nden Prof. Dr. Murat Karaçorlu da kendi dalında sadece Türkiye' de değil tüm dünyada isim yapmış bir doktor. Tuğra'  nın da ilk retinopati muayenesini kendisi yaptı, henüz tam gelişmemiş olan göz damarlarının oluşması için biraz beklememizi, eğer kendi kendine gelişmezse ameliyat edileceğini söylediğinde ne kadar da korkmuştum. Bu muayene bebeğin ilk ayında yapılıp kontrolleri yapılmadığı taktirde gözlerinin kör olma ihtimali olduğu düşünülürse ne demek olduğunu daha net anlatmış olurum. Neyse ki bir sonraki kontrolde ameliyata gerek olmadığı, göz damarlarının kendi doğal sürecinde geliştiği müjdesini aldık doktorumuzdan. Ama yolumuz daha çok uzundu.  Gözlerle ilgili yolumuzdaki taşları aşmıştık ama sırada işitme testleri vardı.



Yine prematüre bebeklerin rutin kontrollerinden biri de artık tüm yeni doğanlara yapılan, ama o zamanlar sadece prematüreler için yapılan işitme testleri idi. İşitme testlerimizin yapılması için bu defa adresimiz Amerikan Hastanesi idi. Geçmiş zaman elbette tüm ayrıntıları hatırlamıyorum, çoğu şeyi unutmayı tercih etmişim diyelim başka deyişle. Abr / Bera testi adı verilen test hem çok basit hem de çok büyük önem arzeden bir işlem.  Yeni doğan bebeklere doğal uykusunda herhangi bir sedasyon yapılmadan uygulanıyor. Bebeğin alnına ve kulak arkalarına yerleştirilen ufak elektrodlar ve kulaklara takılan kulaklık ile özel bir sesli uyaran gönderilir ve işitme sinirinin uyarana cevabı kaydedilerek işitme eşikleri saptanır.

Sağlıklı ve işitme kaybı açısından risk faktörü bulunmayan bebekler tarama testinden üç kez kalırsa ABR testi uygulanır. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde kalmış olan veya işitme kaybı açısından diğer risk faktörleri taşıyan bebekler ise tarama testine ek olarak mutlaka ABR ile de değerlendirilmelidir. Yine binlerce kez şükürler olsun ki bu testlerden de sağlıkla geçmiştik. 

Kudret Bey' in önerisi ve yönlendirmesi ile daha çok taramalarımız vardı. Tuğra' nın kalbiyle ilgili ufak bir sıkıntımız vardı zaten doğuştan bildiğimiz. Yine onun önerisi ve yönlendirmesi ile Koşuyolu Kalp Hastanesi' nden şu anda adını hatırlayamadıgım bir profesör yaptı ilk kontrollerini. Halen devam eden kalpte üfürüm teşhişimiz de o zaman konulmuştu zaten. Yaklaşık 10 yıldır düzenli olarak kalp kontrolleri halen devam ediyor Tuğra'  nın. Geçtiğimiz yıl artık Ankara' da takibinde olduğumuz  Özel Güven Hastanesi' nden doktorumuz Doç. Dr. Burhan Öcal her yıl yaptırdığımız kontrolümüzün artık 2 yılda bir yapılabileceği müjdesini de verdi bize şükürler olsun. 

Bizi doğumundan bir yaşına kadar nörolojik olarak takip eden doktorumuz da Prof. Dr. Dilşad Türkdoğan oldu. Tuğra doğar doğmaz yoğun bakım ünitesinde ilk epilepsi atağını geçirmiş. Bu hemen her erken doğan bebekte rastlanılan bir durum olduğu halde ciddi bir takiple kontrol de gerektiren  bir durum. Yoğun bakımdan çıkar çıkmaz Tuğra' yı hemen gördü Dilşad hanım. Uyku EEG ' si çekilerek beyindeki sinir hücrelerinin uyku halindeyken elektriksel faaliyetinin kağıt üzerine beyin dalgalarının yazırılması anlamına geliyor. Böyle yazması kadar kolay bir iş olsa keşke. Kafasının belli bölgelerine takılan onlarca elektrotun uzunca süre uyku halinde hareketsiz yatarken kayıt vermesi demek. Dilşad hanımın muayenehanesinde o minicik karanlık EEG odasında ne terler döktüğümü hala içim sıkılarak anımsarım. Tuğra bir yaşına gelene kadar düzenli aralıklarla EEG si çekildi. Minikken bu kaydın alınması daha kolayken büyüdükçe kafasına takılan o elektrotlara itiraz eder ve ağlar olmuştu. Birkaç sefer EEG için ilaç verilerecek sedasyon sağlanmıştı. Yaklaşık 6 aylık olana kadar minik minik epilepsi belirtileri görüldüğü için epilepsi ilaçları aldık. Sonraki kontrollerinde şükürler olsun ki ne EEG ' ye ne de Dilşad Hanım' ın rutin nöroloijk kontrollerine gerek kalmamıştı. Yolumuzdan şükürler olsun ki bir taş daha eksilmişti. O vakitler en büyük korkularımdan biri olan epilepsi artık hayatımızda yoktu. 

Geriye dönüp baktığımda ilk aklıma gelenler bunlar oldu. İlk yaşımıza varana dek sürekli ajanda ile dolaşıp doktor randevuları arasında geçti günlerimiz. Ne anne- baba olduğumuzun keyfine vardık ne de bir rahatlıkla '' Ohhh '' diyebildik.  Hep diken üstü, hep bıçak sırtı, hep acaba dolu koca bir yıl. Kan kusup kimselere ses etmeden, belli etmeden; ağladığımızı hep gizleyerek; güçlü olmak zorundaymışız gibi davranarak karı- koca büyük bir sınav verdik biz.  Evliliğimizin üzerindeki bu koca yükü kimseden maddi ya da manevi destek almadan taşımaya çalıştık. 

26 Ocak 2016 Salı

Doğum Hikayemiz ...


Çeşitli vesilelerle Tuğra' nın doğum hikayesini yazdım bir yerlere. Ya konuk olduğum bloglarda ya annelikle ilgili tecrübelerimizi paylaştığımız platformlarda. Bu defa da artık kendi blogunda olsun bakalım. Üzerinden neredeye 10 yıl geçmiş olsa da, pek yakında kardeşini kucaklayacak olsak da Tuğra' nın hikayesi benim için asla eskimeyecek ve ilk günkü gibi her anışımda beni etkileyecek.

Tuğra henüz hamileliğimin 34. haftasındayken acele edip dünyaya gelmeye karar verdi. Öyle bir karar vermek ki kendini plasentadan atıp kendi yolunu kendi bulmuş desem yeridir. Yaklaşık 8 saat plasentadan ayrı kaldıktan sonra ve doktorumun rahatlığı sebebiyle biraz da zaman kaybederek acilen doğuma alınmam gerekti. Doktorum izinliydi ve daha önceden hiç tanımadığım bir başka doktor tarafından sezaryene alındım. Yanımda sadece eşim vardı ve ikimiz de hayatımızın şokunu yaşıyorduk. Doktorun muayene etmesi ve doğumhaneye apar topar girmem dışında hafızamda yer eden korkunç sahneler var ki ikinci bebeği bunca yıl erteleme sebebimdir. Doğuma girerken içimden kendime şöyle diyordum ; '' Şİmdi doğuma gireceğim ve çıktıgımda bebeğim kucağımda olacak ve bu kabus anları son bulacak'' Bu hayalle sıcacık bir Haziran sabahı buz gibi doğumhanede uyuttular beni. Sonradan öğrendiğime göre doğum şeklimin adı 'plasenta dekolmanı ' imiş ve öyle çok sıklıkla karşılaşılan bir durum değilmiş. Hayatımızın yönünü de değiştiren bu doğumdan sonra bizim için bambaşka bir yol başlamıştı. 

Tuğra 1900 gr düşük ağırlıkla ve erken doğumla prematüre bir bebek olarak geldi dünyaya. Ve hayata tam 21 gün bebek yoğun bakım ünitesinde savaşarak başladı. Doğumun ertesi günü onunla tanışmaya yoğun bakıma indiğimde gördüğüm manzara ömrümün en acı hatıralarından biriydi. Bir ümidim vardı, kapıdan girer girmez sıra sıra dizilmiş küvözlerde yatan bebekleri bir bir gördükçe nasıl söndü anlatmam mümkün değil. Sonra yoğun bakım doktorumuz ve eşimle hayatımın mucizesinin bulunduğu küvözün önüne geldik. Her yanında destek kabloları ile bağlı, üzerinde iki lokma eti olan ama benim canımdan bir parça olan güzel oğlum. Gözlerimden akan yaşlarla ona bakarken bizi bekleyen yolun ne demek olduğunu henüz bilmiyordum elbette. 

21 gün boyunca evle yoğun bakım arasında geçen günlerde sadece benim arada girip elini tutmama izin veriliyordu. Arada şanslıysam güzel gözlerini açıp  bana bakıyordu.  Sütümü sağıp götürüyorduk hastaneye, ta ki bir gün arayıp gelip emzirmemi istedikleri güne kadar. Kucağıma verdiler onu, kırmaktan korkar gibi ürpererek tuttum kucağımda, öyle minik öyle açtı ki mememi bulup emmeyi bile beceremedi ama kucağımda ilk kez onu biberonla beslediğimde '' anneyim ben işte '' dedim. Şükrettim Allaha onu bize beğışladığı için. Göbeğinin düştüğünü, sarılık olup iyileşmesini, göbekten beslenip sonra ağızdan beslenmeye geçisini, bizim hiç denk gelmediğimiz ilk epilepsi ataklarını,  ilk kakasını yapamadığı için günlerce ameliyat mı olacak diye korkuyla beklememizi hep o 21 günlük yogun bakımda yaşadı minik mucizem. Sonra 22. gün evimize, yuvasına geldi. Geldi de mücadele bitti mi hayır asıl mücadele yeni başlıyordu.